Son dönemde uluslararası diplomasi sahnesinde dikkat çeken bir gelişme olarak, ABD ve İran arasında nükleer müzakerelere dair bazı iddialar gündeme geldi. Uzun zamandır tıkanmış olan nükleer anlaşma sürecinin yeniden canlanması, hem bölgesel hem de küresel çapta büyük yankı uyandırıyor. Peki, bu yeni müzakerelerin arka planında ne var? Ve bu süreç, iki ülkenin ilişkilerini nasıl etkileyebilir?
1979’dan bu yana, ABD ve İran arasındaki ilişkiler büyük bir gerilimle gelişti. Özellikle nükleer programı nedeniyle İran’a yönelik uygulanan ekonomik ambargolar, Tahran ve Washington arasında mesafeyi açan en önemli sebeplerden biriydi. Ancak, her iki ülkenin de değişen iç politikaları ve küresel güç dengeleri, müzakere zeminini yeniden şekillendirebilir. Bazı kaynaklardan elde edilen bilgilere göre, ABD yönetimi, İran ile yeniden müzakere masasına oturmayı hedefliyor. Bu hamle, Biden yönetiminin Ortadoğu’da istikrarı artırma çabalarının bir parçası olarak değerlendiriliyor.
İran ise bu müzakerelere yaklaşımında daha temkinli bir tutum sergiliyor. İranlı yetkililer, ABD’nin geçmişteki tutumlarından dolayı müzakerelere katılmadan önce bazı güvence taleplerinin karşılanması gerektiğini belirtiyor. Özellikle Tahran’ın nükleer tesislerini geliştirme konusunda daha fazla özgürlüğe sahip olması ve ambargoların kaldırılmasına yönelik kesin tarihlerin verilmesi, İran hükümetinin öne sürdüğü talepler arasında yer alıyor. Her iki tarafın da çıkarları doğrultusunda bir şekilde uzlaşma arayışında olduğu görülmektedir.
Yeni nükleer müzakerelerin başlaması, 2015 yılında imzalanan ve 2018’de ABD tarafından tek taraflı olarak feshedilen Ortak Kapsamlı Eylem Planı’nı (JCPOA) yeniden gündeme getirebilir. Bu anlaşma, İran’ın nükleer programının belirli kısıtlamalarla kontrol altına alınmasını öngörüyordu, ancak taraflar arasında yaşanan güven bunalımı bu süreçte önemli engeller oluşturdu. Şimdi, ABD'nin yeni bir diplomatik girişim başlatarak nükleer müzakereleri canlandırma çabası, bir yandan Tahran’la olan ilişkileri düzeltme potansiyeli barındırırken, diğer yandan bölgedeki müttefik ülkelerle olan dengeleri de etkileyecektir.
Daha önceki görüşmelerde, İran’ın nükleer programının sınırlanması karşılığında ambargoların kaldırılması üzerinde mutabakata varılmıştı. Ancak o zamandan beri değişen dünya dinamikleri, bazı ülkelerin İran ile olan ticari ilişkilerini derinleştirmesine neden oldu. Örneğin, Rusya ve Çin’in İran ile ilişkileri güçlendirmeleri, ABD’nin müzakerelerde daha da dikkatli olması gerektiğini ortaya koyarken, İran’ın bu durumu lehine çevirebilme yeteneğini de artırmaktadır. Sonuç olarak, bu yeni müzakere turu, Ortadoğu’da yeni bir dönem başlamasının habercisi olabilir.
Öte yandan, ABD'nin müzakereleri yeniden başlatma konusundaki kararlılığı, bölgedeki diğer aktörler için de önemli bir gelişme olarak değerlendiriliyor. Suudi Arabistan ve İsrail gibi müttefik ülkeler, İran’ın nükleer programının sınırlandırılmasında daha aktif bir rol talep edebilirken, bu ülkelerin ABD üzerindeki baskısı müzakerelerin seyrini etkileyebilir. Ancak her iki tarafın da olumlu bir mutabakata varması durumunda, bölgedeki güvenlik dengeleri önemli ölçüde değişebilir.
Önümüzdeki günlerde resmi kaynaklar tarafından yapılacak açıklamalar ve tarafların müzakerelere ilişkin atılımları, bu sürecin nasıl ilerleyeceğine dair daha fazla bilgi sunacaktır. Tüm dünyanın gözü, ABD ve İran’ın masaya oturup oturmayacağı ve bu sürecin nasıl şekilleneceği üzerinde olacak. Nükleer müzakerelerin ardından bölgedeki diğer gelişmeler ve diplomatik ilişkiler de önemli bir hale gelebilir.
Sonuç olarak, ABD ve İran arasındaki nükleer müzakerelerde yaşanacak olumlu ya da olumsuz ilerlemeler, sadece iki ülke arasında değil, bölgesel ve küresel dinamiklerde de önemli değişikliklere yol açabilir. Her iki tarafın birbirinden ne kadar fedakarlık yapabileceği, bu müzakerelerin temel belirleyeni olacaktır. Bununla birlikte, dünya genelindeki diğer güçlerin bu süreçteki rolü de son derece belirleyici olacaktır.